Kemanger adaylığımda üç yılın muhasebesi (Y. Metin Aksoy)
E-Posta:

Kemanger adaylığımda üç yılın muhasebesi

Y. Metin Aksoy - 27 Aralık 2008 Cumartesi

İstanbul Askeri Müzesinde Türk yaylarını ve yayların nasıl kurulduğunu gösteren şemayı görüp hayrete düşmemden ve yayları tekrar yapmak için kendime vazife çıkarmamdan bu yana tam üç yıl geçti. Aslında İzmir'li güzel insan Cem Dönmez'in benden önce bu işe başlamış ve yol almış olduğunu, hatta dünyada bu işi en iyi bildiğini düşündüğümüz Adam Karpowicz ile de görüşerek teknik destek aldığını bilseydim, kendime daha başka vazifeler çıkarmayı tercih ederdim. Ne seçersem seçeyim benim için daha kolay olacağı kanaatindeyim.

Öncelikle hızlı bir internet araştırmasına girdim. Baktım ki Türk Yayları ile Türkler dışında herkes ilgileniyor. Bu işin uzmanı gözüyle bakılan insanlar ise Macar veya Kanadalı, Yayımızın fan kulüpleri, forumları mevcut, hatta Amerika'da Türk Yayları ile müsabaka yapılıyor. Yaklaşık otuz civarında kişi yay yapıyor, bir o kadar da yapmayı düşünen var. Polanya'dan bir site Türk tipi tirkeş ve sadak yapımını gösteriyor… Sonuçta sadece yay yapmaya değil, unutulmuş kültürü canlandırmak için kendimi adamaya karar verdim.

En fazla faydalandığım site ATARN (Asya Geleneksel Okçuluk Araştırma Ağı) oldu. Bir yandan hayatımda hiç görmemiş olduğum akçaağacın ne menem bir şey olduğunu araştırırken, bir yandan da sitede akasyanın da kullanılabildiğini öğrendiğimde hemen bir yerden kuru akasya bulup, biçtirip çalışmaya da başlamıştım. Bir yandan yurtdışına kaynak siparişi veriyor, bir yandan yerli kaynak arıyordum. Ne yazık ki bu konuda bulabildiğim ilk yerli kaynaktaki yay yapımı, ATARN'daki bilgilerle kıyaslanınca tam bir hurafe görüntüsü çiziyordu. Bu arada yabancı bir sitede Ünsal Yücel'in yazmış olduğu bir kitabın varlığını biraz da hayretle öğreniyor ve kitabı temin ederek Türkiye'de yazılmış en ciddi bilgiye ulaşıyordum.


Akasya sal, dişbudak kabza, akasya lamine kasanlar.

Ama kitaptaki bilginin yetersizliği nedeniyle ilk yayın kabzasını üçgen geçme yerine ATARN'daki birçoğunun yaptığı gibi üstten yapıştırma yapmıştım. Kasanı 2 cm kalınlığında bükemeyip kırdığımdan 6 mm'lik lamine yapıp yay çatkısını hazırladım.

Bu işleri yaparken muayenehanemin arka odasındaki ağaç oyma atölyem ile basit marangozluk bilgim bana çok yardımcı oluyordu.

Boynuzla çalışmayı öğrenmek için Sivas'a gittim. Yay yapımına başlayacağımı duyan hemen herkes bir şekilde köstek olmaya çalışıyordu. Ama yılmadım. Dil döktüm, ikna ettim, Sivas'tan boynuz işleme hakkında ilk bilgilerle döndüm. Bir gün kardeşim Niksar'dan bir çift harika boynuzla geldi. Onları ATARN'dan öğrendiğim şekilde biçip hazırladım. Balık tutkalım olmadığından boncuk tutkal ile yapıştırdım. Elimdeki bir tokmağı tencek haline getirip kullanmıştım. Şimdi hatırladıkça gülüyorum.


İlk tenceği bir tokmaktan yapmıştım.

Yayın ilk kat sinirini Amerikan yerlilerinin kullandığı tuğla yöntemi ile döşedim. Çünkü o ana dek The Traditional Bowyer's Bible'ın tek bir cildi elimde idi ve sadece o yöntemi biliyordum. Bu sırada yine yabancı bir sitede Murat Özveri'ye rastladım, ulaştım. Oradan Cem Dönmez'i ve diğer geleneksel meraklısı insanları öğrendim. Ne mutlu idi ki benden başka insanlar da bu işe merak salmışlardı.

Konuyla ilgili bilgisi olan Murat Bey bana ısrarla basit ahşap yay yapmaktan başlamamı tavsiye ederken ben yayımın üçüncü kat sinirini vuruyordum. Daha sonra Cem Dönmez'e ulaştım. Cem benden hayli ileride idi. Kalın ağaçları bükebiliyor, balık tutkalı kullanıyor ve Adam Karpowicz ile bilgi alışverişinde bulunuyordu. Bana yayın ahşap çatkısının nasıl yapılacağına dair ilk resimleri gönderdiğinde, ben de ilk yayım olan "Tokat Sonbaharı"nı bitirmiş ve kabzanın nasıl yapılacağını geç de olsa öğrenmiştim.

İlk yayı tamamen meraktan, iki aylık bir halka süresinden sonra asa gezine aldım. Başlar sürekli burkularak bana çok zorluk çıkardılar. ATARN'dan öğrendiğim üzere ısıtıp tekrar tekrar kalıba alarak bu zorluğu yendiğimde bu kez de boynuzların biri attı. Sonradan Kani Efendi'nin risalesinin (Telhîs-i Resâilü'r-Rümât) ilgili kısmını okuduğumda bu olayın bir kemanger için utanılacak bir şey olduğunu öğrenecektim. İlk yayı alıştırmaya çalıştığım zaman bunu bilmiyordum ancak canım çok sıkılmıştı. Gerçi eskiler benim gibi deri tutkalı ile yay yapmıyorlardı. Boynuzları tekrar yapıştırıp, onarılmış eski bir yayda gördüğüm şekilde sinirlerle sardım. Bu kez olmuştu. Kollar şimdiki yaylarıma kıyasla biraz asimetrik, kabza kütük kalınlığında, kasan açısı çok fazla ve sallar kabzadan hemen sonra bükülüyordu ama buna rağmen yay çalışıyordu. Bu işler sırasında büyük bir heyecan ve şevkle her gelişmeyi kemankeşlerin ortak sitesine atıyordum. Okum olmadığı için Hüseyin Madenli'nin bana ok yolladığını hiç unutmam. Yay benim için çok kuvvetliydi. Yanlış hatırlamıyorsam 30 kg kadar çekiş kuvveti vardı. Tam çekemediğimizden 17 g okları 180 m mesafe civarına atabiliyorduk. Daha bilek siperi, endamlı oklar ve daha hızlı yaylar yapmalı, sadak ve tirkeş imal etmeliydik. Çok işimiz vardı.

Beni siteden tanıyan Metin Hoca (Prof. Dr. Metin Orhan) bir gün ansızın ziyaretime gelerek beni çok sevindirdi. Hatta gelirken Ünsal Yücel'in kitabını da hediye getirmişti. Metin Hoca daha sonra tekrar gelecekti ve beraber Çamlıbel'de belki de yüzyıllar sonra ilk menzil atışlarını yapacaktık.


Tokat Sonbaharı iki ay sonra kırıldı.

Akçaağaç ile tanışmamız bile bir hikayedir. Parklarda "Akçaağaç" denilen bir ağaç olduğunu biliyordum. Ancak bu ağaç bizim kullanacağımız ağaçtan farklı olarak "dişbudak yapraklı Akçaağaç" olarak adlandırılıyordu. Bana ise "Acer campestre" denilen, "ova akçaağacı" lazımdı. Görüştüğüm orman mühendisleri yardımcı olamadılar. Çünkü ağacın kesimi yapılmıyordu.

Bir gün köy kökenli bir tanıdığa parktaki dişbudak yapraklıyı göstererek "bu ne ağacı" diye sorduğumda tohumlarına bakarak "tarak ağacı" dedi. Köylerinde yapraklarının farklı olmasına rağmen tohumlarının benzer olanından olduğunu, ağacın sap yapımında kullanılan esnek ve sıkı bir odununun olduğunu anlattı. Çok heyecanlanmıştım. Acaba aradığımız Akçaağaç o muydu? Kendisinden rica ettim. Birkaç gün sonra ağaç geldi. Yaprakları üzerindeydi. İlginç bir şekilde gösterdiğim orman mühendisi yine tam bir şey söyleyemiyordu. Gerek Avustralya'dan getirttiğim bir kitaptan, gerekse internetten indirdiğim resimlerden ağacın doğru ağaç olduğuna karar verdim. Ardından yeni yaylar için kullanmaya başladım.

Tokat müzesinde meremmetli bir tirkeş yayı vardı. Müzeden yayın bulunduğu dolabın temizleneceği zamanı öğrenip tekrar gittim. Yayı elime aldığımda nasıl bir keyif aldığımı anlatamam. Kabza, huş ağacı kabuğuyla kaplanmıştı. Kabzasının kibarlığı yanında benim yaptığım yay kabzası adeta bir topuz görünümündeydi. Olsundu. Savaşta oklar bitince düşmanın kafasına indirip patlatabilecek, yay ve topuz karışımı yeni bir silah geliştirmiştim...

Yazının devamı için tıklayınız


Y. Metin Aksoy yazıları

Son Yazılar
  • Federasyonun Qinghai Seferi (Kemal Cebecik)
  • 5. Dünya Geleneksel Okçuluk Festivali (WTAF), Kemankeş ve Türk Okçuluğu Birliği (Y. Metin Aksoy)
  • Ok, Yay, Puta ve Ben (Özlem Uçan)
  • Vakıflar Haftası ve Okmeydanı (Z. Metin Ateş)
  • Türk Tipi Örme Zırh Yapımı (Gökmen Altınkulp)
  • Ok ve Yayın Türk Devlet Geleneği ve Hakimiyet Anlayışındaki Yeri (Erkan Göksu)
  • İstanbul'un Fethine Davetlisiniz (Kemankeş Arşivi)
  • Başkurtlar Hakkında (Azat Kuldevlet)
  • Bazı ağaç odunlarının fiziksel özellikleri (İlkay Demirhan)
  • Törökbalint günlüğü (Şafak Tavkul)
  • Bursa'da okçuluk (Ahmet Tepehan)
  • Kaynak belirtmek şartı ile içeriği kopyalayabilirsiniz. Kemankeş® markası tescillidir ve tüm hakları saklıdır.